Geçtiğimiz günlerde yaşanan trajik bir olay, ülkemizi derin bir üzüntüye boğdu. Eşi tarafından, kızının gözleri önünde katledilen 30 yaşındaki Ayşe K., daha önce yaşadığı şiddet dolu ilişki nedeniyle "Sonum iyi olmayacak" sözleriyle çevresini uyarmıştı. Bu olay, aile içi şiddetin boyutlarını bir kez daha gözler önüne seriyor ve toplumda kadına yönelik şiddetle mücadele çağrılarını artırıyor.
Ayşe K., 5 yaşındaki kızıyla birlikte, yaşadığı zor hayatı ve şiddet dolu evliliğiyle tanınıyordu. Ailesi ve yakın arkadaşları, onun sürekli korku içinde yaşadığını, boşanmayı kafasında fazlasıyla evirip çevirdiğini ama cesaret edemediğini ifade ediyor. Kızıyla birlikte yaşadığı evde, eşi Ahmet K. tarafından sistematik olarak fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldığı biliniyor. Olayın ardından yapılan incelemelerde, Ayşe'nin komşuları da sık sık şiddetli seslerin duyulduğu yönünde ifadelerde bulundu. Ancak, kadınların genellikle yaşadığı korku ve damgalama nedeniyle çoğu zaman bu durumu yetkililere bildirmekten çekindiği aşikar.
Ayşe K.'nın hayatını kaybetmesi, toplumun genelinde aile içi şiddet konusunu bir kez daha gündeme taşıdı. Yapılan araştırmalar, Türkiye'de her üç kadından birinin fiziksel, duygusal veya cinsel şiddete maruz kaldığını gösteriyor. Ülkede artan kadına şiddet olayları, yeni yasaların gerekliliğini ve toplumsal farkındalığın arttırılması gerektiğini gözler önüne seriyor. Uzmanlar, aile içi şiddeti önlemek için yalnızca yasaların değil, toplumsal algının da değişmesi gerektiğini vurguluyor. Şiddete maruz kalan kadınların yalnız olmadıklarını hissetmeleri, bu durumu konuşabilmeleri ve yardım talep edebilmeleri çok önemli.
Ayşe'nin ölümü, sadece bir kadının trajik sonu değil, aynı zamanda toplumun bu konuya duyarsız kalmasının bir sonucu olarak da değerlendiriliyor. Birçok kadın, yaşadığı şiddet dolu ilişkilerden kurtulmak için sessiz kalmakta ve yaşadığı durumu paylaşmaktan çekinmektedir. Ayşe'nin kaybı, topluma "sözde" değil "gerçekten" değişim yapmanın gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor. Kadına yönelik her türlü şiddetin son bulması için sesimizi yükseltmeli ve bu konuda farkındalık yaratmalıyız.
Ayşe'nin hikayesinden çıkarılması gereken dersler olduğu gibi, bu tür olayların bir daha yaşanmaması adına atılması gereken adımlar da önem arz ediyor. Aile içi şiddetle mücadele etmek, yalnızca kurbanların değil, aynı zamanda toplumu oluşturan herkesin sorumluluğudur. Bu konuda etkin eğitimler, seminerler ve bilinçlendirme projeleri oluşturmak, gelecekte benzer olayların yaşanma ihtimalini azaltmaya yardımcı olacaktır. Ayşe K. ve onun gibi diğer kadınlar, toplumun hafızasında kalmalı; onların sesi olmaya devam eden herkesin de desteklenmesi gerekmektedir.
Sonuç olarak, Ayşe K.’nın trajik ölümü, kadına yönelik şiddetin ne kadar acı bir gerçek olduğunu vurgularken, bu konuda toplumun sessiz kalmaması gerektiğini ortaya koyuyor. Kadınlara yönelik artan şiddetin önlenebilmesi, ancak toplumsal bilinç ile mümkündür. Ayşe’nin anısına sahip çıkmak; şiddetin son bulması için farkındalık yaratmak, dayanışma içinde olunması gereken bir süreç haline geliyor. Tüm bu düşünceler ışığında, kaybedilen hayatların boşuna olmaması adına harekete geçmeliyiz.